Ürün Özellikleri
Kökü ilahi vahye dayanan İslâm ve Hırıstiyanlığın münasebetlerinin başlangıcı Asr-ı Saadet'e kadar gider. Batı, Müslüman toplumlarının medeniyet, heyecan ve hayat kaynağının Kur'ân olduğunu Haçlı Seferleri zamanında keşfetmiştir. Mezkûr seferlerin sadece fiziki araçlarla kazanılamayacağını anlayan Katolik Kilisesi, Kur'ân'ı Latince'ye çevirip Haçlı demagoglarına göndermiş, Müslümanlardan kurtulmanın yolunun onları Hıristiyanlaştırmak olacağını düşünerek ilk defa misyonerlik kurumlarını oluşturmuştur.
İkinci Dünya savaşından sonra tüm dengelerin değişmesi Kur'ân tercümelerine de yansımış, Müslümanlarla iç içe yaşamak veya Müslümanlarla işbirliği yapmak zorunda kalan Batı dünyası, Kur'ân tercümelerine daha bilimsel yaklaşma yöntemi uygulamıştır. Bazı Güney Asyalı Müslümanların gayretiyle Batı dillerinde başlayan Kur'ân çevirileri gittikçe çoğalmış.
Elinizdeki eserde tarihi süreç içerisinde Avrupa'nın İslâm'a bakışına birinci elden belgeler ışığında tanık olacaksınız.
Avrupa ve Kur'ân, dünyanın iki büyük dininin on beş yüzyıl içerisinde karşılıklı ilişkilerinin iki kelimelik adıdır. Ancak Avrupa ile Kur'ân'ın arasındaki tarihi ilişki hiç bitmediği gibi daha da yoğunlaşarak artacağa benzemektedir.
Diğer önemli bir nokta, bütünleşen dünyanın uzlaşması, evrensel barışın korunması konusunda İslâm dininin sağlam kaynağı, Müslümanlar üzerinde tartışmasız bir otoriteye sahip olan Kur'ân-ı Kerîm'in önemli teklifleri olduğu hiçbir zaman akıldan uzak tutulmamalıdır. İnsanlığı “Âdem'in çocukları“ olarak tanımlayan, tüm dinlerin aslında ilahi bir kaynağa dayandığını ilan eden bir kitabın, dünya barışına kalıcı katkılar sağlaması göz ardı edilemez. Ayrıca kendi dışındaki dinleri bir realite olarak kabul eden bir kitaptan dinlerin, kültürlerin ve medeniyetlerin kavgasını değil, iş birliğini, karşılıklı saygısını ve uzlaşmasını beklemek hakkımız, buna katkı sağlamak da görevimiz olmalıdır. Dünyanın doğal kaynaklarının, sosyal yapısının daha barışçı ve insancıl hedeflere yönlendirilmesi konusunda farklı dinlerin, kültürlerin çok maksatlı alternatifler olduğunun farkına varmamız gerekmektedir
Ortaçağda hem Doğu'da hem de Batı'da din, hayatın tüm alanlarını belirlediği gibi, İslâm - Hristiyan ilişkilerinin de merkezini oluşturmuştur. Hristiyan Batı, Müslümanlarla ilk karşılaşmasında muhataplarının kimliğini, manevi gücünü tanıma ve tanımlama imkânına sahip olamadı. Endülüs ve Sicilya'da kurulan parlak İslâm medeniyeti karşısında oluşan hayranlık uzun zaman devam etmiş olsa da, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Kur'ân konusundaki bilgilerinin kaynağı, Doğu Kilisesi ve Bizans tarafından çarpıtılmış ikinci el kaynaklardı. Hristiyan dünyası, Endülüs'teki İslâm'ı sürekli bir tehdit olarak algıladığından Kur'ân'ın sunduğu İslâm'ı anlama fırsatını yakalayamamış, bundan dolayı Haçlı Seferleri öncesi Avrupa'da İslâm, sahte, zorba, egoist ve antikrist bir din olarak tanınmıştır.
Batı, Müslüman toplumlarının medeniyet, heyecan ve hayat kaynağının Kur'ân olduğunu Haçlı Seferleri zamanında keşfetmiştir. Doğuya toptan savaş anlamına gelen mezkür seferlerin sadece fiziki araçlarla kazanılamayacağını anlayan Katolik Kilisesi, Kur'ân'ı Latince'ye çevirip Haçlı demagoglarına göndermiş, Müslümanlardan kurtulmanın yolunun onları Hristiyanlaştırma olacağını düşünerek ilk defa misyonerlik kurumlarını oluşturmuştur. Bütün bunlara rağmen İslâm'ın Batı'ya olan ilgisi önlenememiştir. İstanbul'un fethiyle Hristiyanlığın İslâm'ı alt etme umutları sönmüştür.
On altıncı yüzyıldaki Protestanlık hareketi Kur'ân'a farklı bir ilgi uyandırmasına rağmen, Batı, Türk egemenliğinin kaynağının Kur'ân olduğunu bildiğinden, özellikle hücumunu Kur'ân'a yöneltmiştir. Bunun için kullandıkları en önemli kaynak da ilk Latince Kur'ân tercümesi olmuştur.
İkinci Viyana kuşatmasının Türklerin yenilgisiyle sona ermesinden sonra reform fikirlerinin de gelişmesiyle, Batı'da on sekizinci yüzyılda İslâm'a karşı katı önyargıların yavaş yavaş kırılmaya başladığını görmekteyiz. Bu arada ortaya çıkan George Sale'nin ilk İngilizce Kur'ân tercümesi Kur'ân'ın anlaşılmasında geçmiş örneklerine göre önemli bir aşama olmuş, kısa zamanda diğer Avrupa dillerine çevrilmiştir. Bundan sonra yapılan Kur'ân çevirileri genelde öncekilere göre daha iyi olmuştur.
On dokuzuncu yy. ortasında Kur'ân'a ve Hz. Peygamberle ilgili kaynaklara uygulanan tenkitçi metot, Kur'ân tercümelerinin ve çalışmalarının önemini artırmış, onlara önemli bir değer katmıştır. Daha sonra yapılan R. Paret'in tercümesi gibi çeviriler artık tenkitçi metodun en gelişmiş örnekleri olmuştur. Bu tenkitçi anlayış Kur'ân ilimlerinde de kendini göstermiş, “Geschichte des Qorans“ ve “Die Richtungen der Islâmischen Koran-auslegung“ gibi eserlerin yazılmasına zemin hazırlamıştır. Tenkit anlayışının işlerlik kazanmasına kadar Müslümanlara karşı yürütülen mücadelenin izlerini, fiziki ve siyasi kavganın ateşini Kur'ân çevirilerinde açıkça görmek mümkündür.
İkinci Dünya savaşından sonra tüm dengelerin değişmesi Kur'ân tercümelerine de yansımış, Müslümanlarla iç içe yaşamak veya Müslümanlarla işbirliği yapmak zorunda kalan Batı dünyası, Kur'ân tercümelerine daha bilimsel yaklaşma yöntemi uygulamıştır. Bazı Güney Asyalı Müslümanların gayretiyle Batı dillerinde başlayan Kur'ân çevirileri gittikçe çoğalmış 21. yy. başında sadece Alman dilinde Müslümanlar tarafından Kur'ân'ın beş adet çevirisi yapılmıştır.
Kur'ân tercümelerini ve araştırmalarını kapsayan kitap, girişle birlikte altı bölümden meydana gelmiştir. Kur'ân ve tefsirle ilgili özet terminoloji bilgisi; tercümenin gerekliliğine, Hz. Peygamberin tercümeye karşı tutumuna girişte işaretten sonra, Doğuda yapılan ilk Kur'ân tercümelerini özetlemeye çalıştık.
Birinci bölümde İslâm-Hristiyan ilişkilerinin siyasi ve kültürel seyrini, dönüm noktalarını ve karşılaştıkları cepheleri özet olarak anlatmaya çalıştık. Batı'nın İslâm'ı algılayışını dönemler halinde verdik. Bunun sebebi, iki dinin arasındaki ilişkileri politikadan soyutlama imkânı olmadığını göstermektir.
İkinci bölümde Avrupa'nın Kur'ân'ın kaynağı ve Hz. Muhammed'in (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatı ve öğretisini içeren ansiklopedilerini, müstakil kitaplarını, yazarlarını konu edindik.
Üçüncü bölümde Kur'ân baskıları, ilk Latince Kur'ân tercümesi ve arka planı ve diğer Latince tercümeler üzerinde durduk.
Dördüncü bölümde başlangıcından günümüze kadar Almanca Kur'ân çevirilerinin tamamını, ayrıca kısmi tercümelerini tanıttık.
Beşinci bölümde diğer Avrupa dillerine yapılan tercümelerin ilk üç örneğini vermek sûretiyle Kur'ân çevirilerinin başlangıçlarını belirlemeyi amaçladık. Gönlümüz Avrupa'daki tüm Kur'ân çevirilerini tespit etmeyi arzu etse de, imkânlarımız buna el vermemiştir.
Son bölümde Kur'ân bibliyografyaları, Kur'ân ilimleri ve tefsir çalışmaları örneklerinden başlayarak özellikle 19. yy.'da yapılan Kur'ân ve tefsir çalışmalarını tanıttık.
Yaptığımız çalışma, tahlil ve tenkit değil, daha ziyade Almanca kaynaklara dayalı bir tespit çalışmasıdır. Başlangıçtan itibaren yeniçağ dönemine kadar yapılan çalışmalar Latince, sayı olarak da az olduğundan bunları belirlemek zor olmamıştır. Ancak milli dillerin ağırlık kazanmasından sonra tüm Avrupa dillerindeki Kur'ân tercümelerini ve çalışmalarını belirlemek gücümüzü aşmakla birlikte ulaşabildiklerimizi tanıtmayı ihmal etmedik.
Kitabın sonuna 16. yy. Avrupa'dan İslâm'ın görünüşünü tespit eden bir makale ile Alman Katolik ve Protestan Kiliselerinin günümüzde Kur'ân'ı nasıl algıladıklarını gösteren ekler koyduk. Bu bakir alanda pek çok araştırmanın yapılması gerekmektedir. Biz sadece gücümüze göre alanın profilini vermeğe çalıştık ama hataların olması mukadderdir.
Avrupa ile bütünleşme Avrupa'yı tanımakla, onların hakkımızdaki tarihi yargılarını, değerlendirmelerini tarih perspektifinden görüp, aktüel yansımalarını da bilmekle olur. Bu açıdan çalışmamızın katkı sağlayacağına inanıyoruz.
Kitabın yazımında emeği geçen arkadaşlarıma, meslektaşlarıma, öğrencilere, gönülden teşekkür ederken, mükemmelliğin Allah'a has olduğunun bilinci içersinde eksikliklerimizin içten uyarılarla giderileceğine inanıyorum.
Hüseyin Yaşar-
(Tanıtım Bülteninden)
Kullanıcı Yorumları